Kapıyı bizim ufaklık açmıştı. Öyle bir sarıldı ki boynuma o zayıf küçük bedeninin sıcaklığını bugün bile duyar gibiyim. Ama ardından öyle bir bağırdı ki:
– Anne, abim geldi, diye.
Eskiden olduğu gibi bir anda yine bütün mahalleyi başıma toplayıverdi. İçeri girdiğimde biraz şaşırdım. Her şey her yerdeydi. Taşınıyor gibi bir halimiz vardı. Annem ve babamla kucaklaşıp öpüştük. Aradan yarım saat geçmiş olmasına karşın kız kardeşim dışında kimse karnemle ilgili bir soru sormamıştı. Babam ilk kez bizim ufaklığın sözünü keserek bana döndü ve:
– Sana bir müjdemiz var, dedi.
Şaşırmıştım. Daha geniş bir eve taşınacağımızı düşündüm.
– Hayır, dedi annem. Baban ve ben İstanbul’a atandık. Artık orada oturacağız.
Ve aynı gün akşamüstü eşyalarımızı doldurduğumuz bir kamyonla apar topar yola koyulduk.
Sabahın köründe İstanbul Mecidiyeköy’e vardık. Pencereden kız kulesi görünüyor. Yeni evimiz bahçe içinde üç katlı bir apartmanın çatı katıydı. Tavanı alçak ve saçaklara doğru eğimliydi.
Annemin evi ilk günler pek sevdiğini söyleyemem. Hepimiz alışıncaya kadar banyoda, yatak odasında, mutfakta kafamızı duvarlara vurup durduk. Ama her şeye karşın yan yana oturulunca dört kişi alan balkonu, Kız Kulesi manzarası ve Şemsi Paşa’nın ışıklarıyla odalarımıza doyumsuz görüntüler sunan bu ev bizi koruyor ve barındıran, büyük kentteki yeni yaşamımızı ve geleceğimize hazırlayan, yıllarca birlikte olacağım, arkadaşlar edineceğim bir mekan olarak dünyamızdaki yerini almıştı. Öyle
güzel günler geçirdik ki o sevimli evde, bugün bile orayı özlüyorum.
YALVAÇ URAL