Gün Bey’in Penceresi
Bazı evler vardır; pencereleri gökyüzüne bakar, bazı evlerin pencereleri ağaçlara. Denize bakar bazıları ya da dükkanların ışıl ışıl vitrinlerine, caddenin yoğun trafiğine. Kimi evlerin pencereleri başka bir pencereye bakar. Gün Bey’in penceresi ne gökyüzüne ne ağaçlara ne de denize bakıyordu. Gün Bey sabahın erken saatlerinde perdesini usulca açıyor, yoldan geçen ayakkabıları sayıyordu. Kimi pırıl pırıl parlayan, kiminin tozu üzerinde. Hemen anlıyordu o zaman kimi sakin, kiminin işi acele. Günü gününe, saati saatine izlediği ayakkabılar. Her birinin sahip olduğu sapasağlam bir çift ayak ve o ayaklarında ait olduğu biri var. Gün Bey’in penceresi, kaldırımla aynı seviyede, demir parmaklıkları dantel kadar zarif bir pencereydi. Kuşların konmadığı, önünde saksı çiçeklerinin açmadığı, kaldırım taşına bakan bir pencere. Gün Bey için dışarıdaki dünya, pencereden görebildiği kadarıydı. Çünkü epeydir çıkmıyordu dışarı. Üstelik bu yeni taşındığı evinde ilk kışıydı. Mutsuzluktan değil, cesareti yoktu. Sokaklar onu biraz korkutuyordu. Kimselerin görmediği hayatını, bir pencerenin ardında yaşıyordu. Her sabah tekerlekli sandalyesiyle penceresinin önüne yerleşiyor, elinde portakallı ıhlamuru ve kucağında bir tabak ballı ekmekle gelip geçen ayakları seyrediyordu.
O, sokağa çıkmasa da penceresi ona her gün renk renk gezen hikayeler sunuyordu. Gün Bey, yürümek istediğinde çocukluğunu düşünüyordu. Uçarcasına koştuğu parkları, yolları, kırları ve kumsalı hatırlıyordu. Şimdiyse sandalyesinin tekerlekleriydi ayakları. Artık yalnızca odadan mutfağa, oradan da yatak odasına doğru yol alıyordu. Bir gün önce yağmaya başlayan kar, Gün Bey’in penceresini yarıya kadar örtmüştü. Masanın yanına yanaştırdı tekerlekli sandalyesini ve başını kaldırıp yukarıya baktı. Karla kaplanan pencereden tek gördüğü, kimsesiz kaldırım taşıydı. Sonra bir şey oldu. Gözleri bembeyaz sadeliğe dalmıştı ki kulaklarına ulaşan ses, Gün Bey’i sanki olduğu yerden alıp bir lunaparkın içine çekiverdi. Küçük tiz kahkahalar, ardından sevinçle çırpılan eller ve yine kahkahalar… Kar ve kahkahanın birleştiği yerde bir mucize doğar. Doğanın kendi sesine kulak verebilen insanlar, her an bizi sarıp sarmalayan o gizli müziği duyar. Gün Bey meraklanmıştı. İki eliyle sandalyesinin kolçaklarından güç alıp kendisini yukarı doğru kaldırdı. Pat pat pat! Penceresine koskoca üç kartopu yapıştı. Ardından yine kartopu gibi bir kahkaha patladı. Camdaki kar yavaşça aşağı doğru kayarken dışarının belirsiz görüntüsü yansıyordu Gün Bey’in gözlüğünden. Gülüşen, birbirini kovalayan, kar toplarını ve kahkahalarını aynı anda atan çocuklar, Gün Bey’in yanaklarına sıcacık bir gülümseme kondurdular. Tüm bu resmin içinde Gün Bey yeni bir ayrıntı fark etti. Oradaydı, karşı kaldırımda, bembeyaz kar pastası üzerine iliştirilmiş bir çilek gibi. Kıpkırmızı paltosu, başında yaprak yeşili beresi, kucağında birleştirdiği gri eldivenli elleriyle duruyordu, karşı kaldırımın üstünde ve hiç kıpırdamadan bakıyordu Gün Bey’in penceresine. Karşı kaldırımdaki kar çileyi küçücük bir kız çocuğuydu. Küçük kız Gün Bey’in penceresine değil, kartopu oynayan çocuklara bakıyordu. Yüzü solgun, bakışları hüzünlüydü. Gün Bey aniden bir şey fark etti. Küçük kız ayakta değildi, üstelik yuvarlak burunlu botları havada, bir desteğin üzerindeydi. O an Gün Bey küçüldü, küçüldü. Odası uçsuz bucaksız evrene dönüştü. Şimdi küçük kızın durduğu yerden kendisine bakıyordu. Küçük kız da bir gün bir pencere ardına gizlenir miydi, şimdi dışarıdaydı ama ya sonra? Evin içinde hayatın dışında kalmayı seçer miydi, tıpkı kendisi gibi? Dışarıda olmalıydı, sokaklarda, parklarda, kumsallarda. Yürümese de koşmasa da yağan yağmur saçlarından süzülmeliydi. Elleri bir ağacın gövdesine değmeliydi. Gün Bey’in elleri, sandalyesinin tekerleklerini sokak kapısına doğru çevirdi. Ayakkabı dolabını açmayalı kaç hafta, kaç ay geçmişti? Küçük kız, iki eliyle sandalyesinin tekerleklerini kavradı. Parka doğru çevirdi, hem sandalyesini hem bakışlarını. Buğulu gözleri, az önce neşeyle koşturan çocukları aradı ama görünürde kimseler kalmamıştı. Bellki de eve dönmeli, sıcacık yatağına uzanıp, biraz kitap okumalıydı. Birden pat, bir kartopu düştü kucağına. Sonra bir tane daha. Küçük kız, kucağındaki kartopunu eline aldı. Başını kaldırdığında yüzünde bolca şaşkınlık sonra küçük bir gülümseme yayıldı. Eğilip yerden biraz daha kar aldı Gün Bey. Elinde gıcırdayan karın sesini duydu. Yine bir mucize geliyordu. Yuvarladığı kartopunu küçük kıza fırlattı nazikçe. O sırada küçük narin bir kahkaha çınladı başka bir kartopunun üstünde. Bir süre konuşmadan baktılar birbirlerine. Caddenin sonuna çocuk parkına kadar uzayan kaldırımın üstünde dört ince çizgi yol aldı. Kar yeniden yağmaya başlamıştı. Her bir kar tanesinin içinde küçük bir kahkaha, her kahkahanın içinde de müzik vardı.
Göknil Özkök Ceyhun ŞEN (Gün Bey’in Penceresi Kısaltılmıştır.)
Gün Bey’in Penceresi Dinleme Metni Cevapları
“Gün Beyin Penceresi Dinleme Metni” cevaplarına aşağıdaki videodan ulaşabilirsiniz.